Düşünüyorum da, haftasonuna yapılabilecek en büyük hakaret herhalde pazartesi sabahını düşünmektir. Benim yaptığım da bu zaten şu an. Haftasonuna ve tüm tembellik ilkelerime ihanet ettim, oturmuş Pazartesi ile ilgili bir yazı kaleme alıyorum şimdi. Ben ne düşünüyorum pazartesiyle ilgili? Sevmeyenlerdenim kesinlikle.
Pazartesi, Ailenin Dışlanmış En Büyük Çocuğu:

"Pazartesi Sendromu":

Home Office Olayına Bi'Kaç Sözüm Var:
Home office konusunda da ne desem bilemiyorum. Geçen Home TV'de İtalyan bi kadın evini gezdirmişti öyle. Görseniz, ev bağırıyor "NABER BENİ MİMAR YAPTI." diye. Hani olur ya: egzantirik avizeler, yaratıcı mutfaklar, yol tabelasından masalar falan filan. Bence ev kavramına eklenen "office" kavramı (bana tipik Yengeç diyin isterseniz) evin "yuva"lığını bozuyor işte. Zaten ister istemez soğur insan evinden. Bir de pazartesi ve cumartesi sabahı aynı eve uyanmak var...
Tavsiye Vermeyi Deniyorum...:
Aslında pazartesiyle başa çıkmanın en güzel yolu, uyanmasını bilmek. Mesela biraz erken uyanıp sıcak bir duş almak insanı kendine getirir. Sonracığıma, çok güzel aromalı mis gibi kokan çaylar var böyle. İnsanın içini açıyor. Sabahları zift gibi kahve içmek yerine daha güzel bir çözüm olabilir güne başlamak için. Aman sakın alarmınızı sevdiğiniz bir şarkı yapmayın, eninde sonunda nefret ediyorsunuz güzelim şarkıdan çünkü. Acı gerçek: Alarmı sempatik kılmanın bir yolu yok. Anca yeni alarmlı saat alırsanız böyle Karınca'dan falan, ilk bikaç gün heveslenirsiniz, o kadar.
Riga